top of page

ROMANTİK İLİŞKİLER, EN İLKEL ARAZİLERDİR

  • Yazarın fotoğrafı: Nihansu Serter
    Nihansu Serter
  • 22 Mar
  • 3 dakikada okunur

"Romantik ilişkiler, en ilkel arazilerdir. Bu onları hem en doğal olan ilişki biçimi yapar, hem de en dürtüsel ve ilgilenmesi en meşakkatli olan."


Bu cümle, insan doğasının en derin kökenlerine doğru inen; sevgi, tutku, bağlanma, dürtüsellik, bilinçdışı çatışmalar ve içgüdüsel tepkiler gibi karmaşık unsurları barındıran çok katmanlı bir anlam taşımaktadır. Bunu psikanalitik, psikodinamik, evrimsel psikoloji ve bağlanma teorisi gibi çeşitli yaklaşımlar ışığında ele almak gerekir.


I. Romantik İlişkilerin İlkel Doğası Üzerine Psikanalitik ve Psikodinamik Analiz


Romantik ilişkiler, Freud'un tanımıyla bakıldığında, insanın ilkel dürtülerini, bilinçdışı arzularını ve en derin korkularını gün yüzüne çıkaran bir sahnedir. Freud, insan davranışlarının kökenini büyük oranda libido (yaşam enerjisi) ve agresyon gibi ilkel dürtülere bağlar. Romantik ilişkiler tam olarak bu dürtülerin ifade edildiği en özgün zemindir.


Bu "ilkel arazi", bilinçdışının en derin çatışmalarının ve bastırılmış arzuların ortaya çıkmasını kolaylaştırır. İnsanlar romantik ilişkilerinde çoğu zaman bilinçli olarak anlam veremedikleri duygular, tepkiler ve çatışmalar yaşarlar. Bu çatışmaların altında, çocuklukta çözümlenememiş meseleler, ebeveynlerle olan ilişkilerin içselleştirilmiş modelleri ve erken dönem travmalarının tekrar sahneye konulması (reenactment) yatabilir.


Psikodinamik yaklaşımda, romantik ilişkiler bilinçdışı çatışmaların tekrarlandığı, kendini gösterdiği ve nihayetinde çözümlenmeye çalışıldığı sahnelerdir. Bu nedenle ilişki içerisindeki partnerler, farkında olmadan birbirlerine geçmişin çözülmemiş meselelerini yansıtırlar. Bu, ilişkiyi hem ilkel hem de doğal hale getiren önemli bir unsurdur. Bilinçdışı bu tekrar sahneleme sayesinde çözüm yolu arar ancak farkındalık gelişmediğinde, döngü sürekli olarak tekrarlanır.


II. Evrimsel Psikoloji Perspektifinden Romantik İlişkilerin Doğallığı ve Dürtüselliği


Evrimsel psikoloji açısından bakıldığında romantik ilişkiler, türümüzün devamı için vazgeçilmezdir. İlişki kurma ve sürdürme güdüsü, insanın hayatta kalma ve üreme dürtüsünden kaynaklanır. Bu, romantik ilişkileri en doğal ve en ilkel seviyede işleyen bir mekanizma haline getirir.

Evrimsel açıdan romantik çekim; seçicilik, rekabet, sahiplenme ve kıskançlık gibi dürtüleri tetikleyerek kişilerin bilinçli kontrolü dışındaki davranışları sergilemesine neden olur. İlişki kurmak ve ilişkiyi sürdürmek adına gösterilen kıskançlık, rekabet, şüphe ve sahiplenici tavırlar, türümüzün üreme stratejileriyle açıklanabilir. Bu da romantik ilişkilerin dürtüselliğini artırır ve onları daha da karmaşıklaştırır.


Böylece, romantik ilişkilerdeki ani öfke, kıskançlık krizleri ya da yoğun bağlanma arzusu, kişilerin kendi kontrolünün dışına taşan bir dürtüsellik barındırır. Bu dürtüsellik, insanı hem doğasına en yakın noktaya taşırken hem de kontrol edilmesi ve düzenlenmesi gereken zorlu bir unsur haline getirir.


III. Bağlanma Kuramı Açısından Romantik İlişkilerin Meşakkati ve Dürtüselliği


Bağlanma kuramına göre, romantik ilişkiler erken çocukluk döneminde oluşan bağlanma stillerinin yeniden harekete geçtiği yerlerdir. John Bowlby ve Mary Ainsworth'un teorisine göre güvenli, kaygılı ve kaçıngan bağlanma stilleri, romantik ilişkilerde yeniden aktive olur.


Bu durum ilişkilerin meşakkatini açıklar.

Güvenli bağlanan bireyler: Romantik ilişkilerde daha dengeli ve dürtüselliklerini daha iyi yönetebilir halde olurken,

Kaygılı bağlanan bireyler: Yoğun kaybetme korkusu, terk edilme kaygısı ve aşırı kontrol etme arzusu nedeniyle ilişkilerde aşırı dürtüsel ve tutarsız davranabilirler.

Kaçıngan bağlanan bireyler: Yakınlık korkusu nedeniyle ilişkilerde sürekli mesafeli durmak, bağ kurmaktan kaçınmak ve ilişkiye yönelik dürtüsel kaçınma davranışları sergileyebilirler.


Böylece romantik ilişkiler, bağlanma sisteminin harekete geçtiği, insanların çocukluk dönemi bağlanma yaralarını yeniden yaşadığı ve telafi etmeye çalıştığı zorlayıcı alanlara dönüşür. Bu yönüyle ilişki içerisinde sürekli tetikte olmak, kaygıyı yönetmek ve dürtüleri regüle etmek oldukça meşakkatli bir süreç haline gelir.


IV. İlişkilerdeki İlkel ve Doğal Yönün Psikolojik Yönetimi


Romantik ilişkilerin bu ilkel doğası ve dürtüsel boyutu kaçınılmazdır, ancak profesyonel açıdan ele alındığında bu alan yönetilebilir hale getirilebilir. Psikoterapötik müdahaleler (örneğin; psikodinamik terapi, duygu odaklı terapi, bilişsel davranışçı terapi, şema terapi vb.), bireylerin bilinçdışı çatışmalarını, bağlanma yaralarını ve içgüdüsel dürtülerini anlamalarına ve bu dürtülerle daha sağlıklı bir ilişki kurmalarına yardımcı olur.


İlişkilerin doğallığını ve dürtüselliğini kabul etmek, bunları bastırmak yerine anlamaya çalışmak, partnerler arasındaki iletişimi güçlendirir. Böylece çiftler, ilişki içindeki ilkel doğalarını bilinçli bir farkındalıkla ele alarak çatışmaları daha sağlıklı şekilde çözebilirler.


V. Sonuç ve Özet Değerlendirme


Sonuç olarak, romantik ilişkiler gerçekten de "en ilkel arazi"dir. İçgüdüsel, dürtüsel ve doğal olanla bilinçli, kontrol edilebilir olan arasındaki hassas dengede dururlar. Bu dengede kalmak, kişilerin duygusal farkındalıklarını artırmaları, bilinçdışı süreçlerini anlamaları ve bağlanma yaralarını fark etmeleriyle mümkün olur.


Bu analiz ışığında, romantik ilişkilerin ilkel doğasını anlamak, ilişkilerin doğasında var olan meşakkatli süreci yönetilebilir kılmak adına çok değerli bir adımdır. Romantik ilişkilerin bu karmaşıklığı, derinliği ve yoğunluğu, hem insan doğasının en doğal yansımasıdır hem de psikolojik olgunlaşma ve bilinçli farkındalık yoluyla evrimleşmeye açık alanlar olarak kalmaya devam eder.

 
 
 

Comments


bottom of page